Yıllar önce Yaşar Kemal’in,adını hatırlamadığım,bir kitabını
okumuştum.Roman mıydı yoksa farklı hikayelerden oluşan bir hikaye kitabı mıydı
hatırlamıyorum.Kitaptan aklımda kalan en canlı anı Yaşar Kemal’in güçlü
kalemiydi.Kitapta 60’lı ya da 70’li yıllarda geçen bir hikayeyi hatırlıyorum. Bir
sokak çocuğu yaklaşmakta olan kışı sıcak bir ortamda karnını da doyurabilerek
yaşayabileceği ceza evinde geçirmek için sürekli hırsızlık yapıyordu.Gelin
görün ki kimse çocuktan şikayetçi olmadı ki çocuk emeline kavuşsun.İşte Yaşar
Kemal’in okuduğum kitabından hatırladığım tek anı bu ama benim için önemli olan
yazarın o insanı etkileyen diliydi. Uçurtma Mevsimi beni nedendir bilmem Yaşar
Kemal’in bu kitabına götürdü.O kitabı okurken ki yaşadığım duyguyu yeniden
yaşattı.Kitabı hatırlamasam da bana yaşattığı duyguyu unutmamışım.Demek ki
dedim;Kaan Murat Yanık’ta Yaşar Kemal de olan şey ne ise o var.
Farklı zamanlar da farklı coğrafyalar da geçen farklı
hikayelerden oluşuyor kitap.Afganistan’dan, Japon’ya ya Osmanlı sarayından Kaan
Murat Yanık’ın çocukluğuna gidip geliyorsunuz.
Doğrusu çok hayran kaldığımı söyleyemem.Ben daha çok Uçurtma
Mevsimi’nin bana yaşattığı o nostaljik duyguyu sevdim.Yazarın şairliğinden mi
kaynaklanıyor bilemiyorum ama kitabı iç sesimle
okurken şiir okur gibi okudum.Yani kitap istemeseniz
bile şiir gibi okunuyor.Bu da bana küçükken izlediğim Cyrano De Bergerac filmini hatırlattı.Bergerac şair ve bir silahşördü normal konuşması bile şiir gibiydi.Sevdiği kıza aklını başından alacak şiirler yazar o kocaman burnuna rağmen şairliğiyle herkesi kendine hayran bırakırdı.Uçurtma Mevsimi'ni okumak bana bu filmi izliyormuşum hissini yaşattı.
Çok betimleme vardı o betimlemeler beni yordu açıkçası
ama dediğim gibi nesir değil de sanki nazım gibi okunuyor kitap.Bence bu olumsuz bir şey değil,hoşuma gitti bu durum.Şiir sevmeyen
biri olarak Kalküta’yı,yazarın ilk şiir kitabı,(yazısı için buraya tıklayabilirsiniz)Uçurtma Mevsimi’nden daha çok sevdim.Bu konuda kendim bile
şaşkınım.Yine de çok güçlü bir edebiyatçımızın yetiştiğini bir arkadaşımın da
tabiriyle gümbür gümbür geldiğini düşünüyorum.
Kaan Murat Yanığın üçüncü kitabı da yolda.Yayımlanır
yayımlanmaz alacağımdır a dostlar.Zira bir Murakami postunda yazdığım gibi ben
bir yazarı sevdim mi tüm kitaplarını okumayı tercih ediyorum,o yazar hakkında
dört başı mamur bir fikrim olsun istiyorum.Bu yüzden artık Yanık’ın yayımlanan
her kitabını almak dinen farzı ayındır bana J
Eğer yazarlar ve kitapları hakkında benim düşündüğüm gibi
düşünüyorsanız ve Kalküta’yı da
okuduysanız Uçurma Mevsimi’ni almakta
size farz olmuştur derim ben J
Bir de nasip olsaydı da kızımla birlikte yazarla tanışıp elimde ki kitaplarını
imzalatabilseydim derim.Derim de derim.Burası benim değil mi ? J
Öyle işte.Diyar diyar dolaşmak,tarihin bazı sayfalarına
tanıklık etmek,acı sonla biten aşklara şahit olmak,devrimlere gidip gelmek ya
da arada gülümsemek arada şaşırmak ara da da gözlerinizin dolmasını isterseniz
sanırım Uçurtma Mevsimi tam bu isteklerinizin hepsini karşılayacaktır.
Üçüncü kitap için heyecanla beklerken okur kalın…
Kitaptan
“Olur arada böyle,uyursak geçmez belki ama uçurtma uçurursak
kesin geçer.”
Kendini birinde unuttu önce,sonra da kimde unuttuğunu.Yıllar
böyle geçip gitti.
“it Posti’nin,Domuz Posti’nin yıkanırsa helal olup
olmayacağını sormuşsun,sualinin cevabı şudur;
İt Posti2nin,Domuz Posti’nin hayati de Memati de murdardır.”
Ve her yer mavi olacaksa hep beraber direnmeliydik.
Göğe bakmak hala serbestti.Delirme hakkımız kutsaldı ve
hemen kullanmamak lazımdı.
arka kapak:
Daha ilk kitabından kendisine geniş bir okuyucu kitlesi edinen Kaan Murat Yanık, öyküleriyle devam ediyor yolculuğuna. Çeşitli dönemlere dair anlatılarının yanı sıra günümüzde geçen öyküleri Uzakdoğu’dan Avrupa’ya dünyanın çeşitli mekânlarını mesken tutuyor. Daha önemlisi, Uçurtma Mevsimi’nde kendini ve dünyasını katmayı başarıyor yazdıklarına.
Güneş bulutların ardından göğsünü öne çıkararak ilerledi, içinde herkese yetecek kadar felaket taşıyor gibiydi, kızıllaştı, bir derdi vardı belli ki. Gitgide kabardı, kabardı, çatladı sonunda. O çatlaktan bir kız düştü yere. Portakala benziyordu bu kız. Her yerinden buhur tütüyordu ve o da kendi sessizliğinin yegâne dinleyicisiydi.
Kum zerrelerinin dansı bitmiş, rüzgâr çölü çırpmaya başlamıştı. Milyonlarca kum tanesi dumanları ile beraber göğe yükseliyor, yer çekimine mukavemet göstermeden yere düşüp hiçliğe karışıyorlardı.
Kız turuncu gözlerini adamın üstünde dolaştırdı; adamın neresine baksa orada bir yara açılıyor, beyaz renk kan süzülüyordu toprağa. Elleriyle bastırmaya çalıştı adam patlayan yerlerini. Kıza arkasını döndü, bacaklarını karnına çekip yan yattı.
Kız yanına yaklaştı adamın, ellerini bileklerine sürdü üç kez, “Hadi gidelim,” dedi.
“Gitmeyelim,” dedi adam ürkerek, “çok yorgunum.”
“Gidelim,” dedi kız tekrar. “Bak, rüzgâr da hızlandı.”
“Uyursak geçmez mi, içimde görünmeyen yüzlerce yara var,” dedi adam.
“Olur arada böyle, uyursak geçmez belki ama uçurtma uçursak kesin geçer,” dedi kız.
Kitapla,kahveyle,iyi niyetle kalın..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yorumlarınız için teşekkür ederim :)