30 Temmuz 2016

kuantum evrende tanrı ve alice harikalar diyarında

nalan yıldız'ın miliyet.com tık tık 'da ki 4nisan 08 yılı yazısını sizinle paylaşmak istiyorum.
ben yazıyı çok beğenmiştim ve uzun zamandır blogda paylaşmak için bekliyordum.


 Bilim"Tavşan Deliğinde".
Alice: "Buradan gitmek için bana hangi yolu izlemem gerektiğini söyler misin?"
Cheshire Kedisi: "Nereye gitmen konusunda iyi bir anlaşmaya bağlı bu."
Alice: "Neresi olduğunun önemi yok!"
Cheshire Kedisi: "O zaman hangi yol olduğunun da bir önemi yok."
Alice: "Sonunda herhangi bir yere varsın da."
Cheshire Kedisi: "Elbette varacaksın. Eğer yeterince uzun yürürsen."
Siz hiç beyaz bir tavşanı kovaladınız mı? Alice kovaladı. Elindeki (Kör Saatçi”[1]nin tasarımı mı bilinmez) köstekli saate telaşla bakıp ,“Geç kaldım, geç kaldım”diye koşturan bir beyaz tavşanın peşine takıldı. Masalı bilirsiniz; Alice tavşanı kovalarken tavşan deliğine düşer ve kendisini bir anda <“harikalar>nda bulur. Özetle, bilmediğiniz bir kapı sizi bilmediğiniz bir dünyaya çıkarabilir. Orada gerçek dünyada başınızdan geçemeyecek olağanüstü bir hikâyenin kahramanı olabilirsiniz. Alice kadar şanslıysanız, kendisi gitse de gökyüzünde “gülüşü”asılı kalan, bilge bir kedi karşınıza çıkar. Kediden kâinatın sırlarına dair çok özel bilgiler alabilirsiniz. Ancak, daima uyanık olmanız gerekir. Aksi halde masal nerede başlıyor, gerçek nerede bitiyor, karıştırmak an meselesidir.

 İlk baskısı 1865 yılında ilk baskısı yapılan Alice Harikalar Diyarında, sıradan bir çocuk masalı değildir. Kitabın yazarı Charles Lutwidge Dodgson, “Lewis Caroll”takma adıyla eser veren ünlü bir matematikçi, papaz ve fotoğrafçıdır. Çektiği yarıçıplak küçük kız fotoğrafları yüzünden çocuk tacizi ile suçlanmıştır. Lewis Caroll’un, kitabının kahramanı olan gerçek Alice’i sadece adıyla değil, fotoğraflarıyla da ölümsüzleştirmesi, insanı düşündürür. Alice, matematikçi-yazarın, çalıştığı okulun müdürünün küçük kızı Alice Liddel’dır. Yazar, Through the Looking-Glass (Aynanın İçinden) isimli kitabındaki akrostişi de Alice Liddell için yazmıştır. Alice Harikalar Diyarında, Charles Lutwidge Dodgson'a yalnızca bir yazar olarak değil bir matematikçi olarak da inanılmaz bir şöhret kazandırmıştır. Klasikler arasına giren kitap, bu gün bile yalnızca masal kitabı olarak görülmez; matematik ve mantık eğitimi veren üniversitelerde, ders kitabı olarak okutulur.
 Kuantum fiziğinin babası sayılan Neils Bohr, “Kuantum mekâniği üzerine düşünürken kendini kaybetmeyen kişi kuantum mekâniğini hiç anlamamıştır”derken, bilimle uğraşanlara bir “tavşan deliği”nde kaybolmalarını öğütlemiş olmalı. Kuantum, saati olan beyaz bir tavşan bilim de bu tavşanın (hatta saatin), nereden geldiğini, nereye, niye gittiğini merak edip peşinden koşan küçük kız sanki. Bugün âlim, önüne çıkan her deliğin onu “son teoriye” ulaştırmasını umuyor. Günün birinde deliğin birinden geçip “Harikalar Diyarına” gidebilmemiz olasılık dahilinde. O deliği hiç bulamamız da mümkün. Olasılıkların şekillendirdiği bir evrende bütün sonuçlar aynı anda mümkün olabilir. Bir şey şu anda burada olabilir, aynı anda evrenin bambaşka bir yerinde de. Alice belki bir ağacın dibinde uyuyup, rüyasında “Harikalar Diyarı”na gitmiştir. Ya da gerçekten “Harikalar Diyarı”na gitmiş, başka bir dünyadaki bir ağacın altında uyandığını rüyasında görüyor da olabilir. Bakmadığımız ve olmadığımız yerde ne olup bittiğinden asla emin olamayız. Alice çok sayıda farklı dünyada farklı sonuçların olduğu farklı hayatları yaşıyor da olabilir yaşamıyor da. Belki de tavşan deliğine düşen meraklı küçük kızın ruhu bütün âlimlerde kendini yeniden tekrarlıyordur. Bu kısaca “Kuantum”un, yani beyaz tavşanın hadi daha açık söyleyeyim, mantığınızın sizi yolda bırakacağı dünyanın özetidir


“Evren nasıl oluştu”, “İnsanın varoluşu sadece bir tesadüf mü?”, Gerçekten herşeyi yaratan bir “Tanrı”var mı? Varsa bile hangi Tanrı? Teologların mı, fizikçilerin mi? Yoksa… Bilim asırlardır bu sorulara cevap arıyor. Fizik dünyası bugün geldiği noktada “Herşeyin Teorisi”ni açıklamaya çalışıyor. Asıl sorun, bu noktanın da ötesinde ne olduğuna dair hiçbir fikirleri olmadığı.

Nobel fizik ödüllü Gerard Hoof, Maddenin Son Yapıtaşları[2], isimli çalışmasında artık gelinen aşada yapabilecekleri tek şeyin tahminlerde bulunmak olduğunu söylüyor; “Kuşkusuz şu anda bildiğimiz fiziğin tamamen geçerliliğini yitireceğini ve bunun yerine tamamen farklı bir şeyin konulacağını düşünebiliriz” diyor. Yine de temkinli, çünki tarih bilime öğretmiş ki; yeni kaşfedilen yasalar da uzun zamandır bilinen yasaların mantıklı genişlemesinden başka bir şey değil.

Paralel evrenler, olasılık teorileri, uzay zaman tartışmaları bilime aslında çok az şey bildiğini öğretmiş. Öyle ki, Bristol Üniversitesi fizik profesörü Robert Gilmore Alice Kuantum Diyarı’nda(İst., 2006, Güncel y.) isimli kitabında bizim <ı>“meraklı küçük kız”örneğini destekleyecek malzeme veriyor. Alice bu defa, fizikçilerin dünyasında kaybolup yolunu arıyor. Mantığın ve matematiğin sorularını masal dünyasının ardına gizleyen Lewis Carol’un aksine, Gilmore, masal dünyasını bu defa bilimin dünyasına aktarıyor. Kuantum dünyasında dolaşan Alice’in karşılaştığı kedi Cheshire değil, Shrödinger’in kedisidir


KUANTUM MEKANİĞİ’NİN ÖTESİ
Newton mekaniğide denen klasik fizik, maddeyi makroskobik olarak incelerken, onun cevap bulamadığı bazı sorulara cevap bulmak amacıyla 20. yüzyılın başlarında fizik dünyası, kuantum evresine geçer. Kuantum fiziği, parçacık fiziğidir. Artık maddenin en küçük yapıtaşı atom değildir, atomaltı parçacıklar ve bunların birbiriyle etkileşimi modern fiziğin konusudur. Werner Heisenberg "matris mekaniği”ni (1925) ve Erwin Schrödinger "dalga mekaniği"ni (1926) ortaya koyarak kuantum kuramını güçlü bir zemine oturturlar. Bilim artık evrenin “canlı”olabileceğini düşünmeye başlar. Dalga ve parçacıkların sürekli yer değiştirmesinin sezilmesi, gerçekliğin değişkenliği fikrini de beraberinde getirir. “Tanrı vardır, yoksa bile”sözü bilimin bilinçaltına yazılmaya başlar. Zaman artık, kırılan, bükülen bir “yanılsama”dır. Kuantum kuramı günlük yaşamın içindedir. Niels Bohr, “Kopenhag Yorumu”diye bilinen görüşünde bilimin gerçek dünyayla ilgili söyleyebileceği fazla birşeyi olmadığını, tek yapabileceklerinin denklemler sonucu tahminlerde bulunmak olduğunu ifade eder. Hiçbir şey sabit değildir; her şey olasılıklar denizinde yüzer. Bohr ve Heisenberg gibi kuramcılar gerçeklikle ilgili herşeyin öyle kalmaya mahkûm olasılıklardan ibaret olduğuna inanırlar. Bu da kuantum mekaniğinin en önemli sorusunu beraberinde getirir; “Herhangi bir şey nasıl var olur?”

KUANTUM MEKANİĞİ’NİN ÖTESİ
Newton mekaniğide denen klasik fizik, maddeyi makroskobik olarak incelerken, onun cevap bulamadığı bazı sorulara cevap bulmak amacıyla 20. yüzyılın başlarında fizik dünyası, kuantum evresine geçer. Kuantum fiziği, parçacık fiziğidir. Artık maddenin en küçük yapıtaşı atom değildir, atomaltı parçacıklar ve bunların birbiriyle etkileşimi modern fiziğin konusudur. Werner Heisenberg "matris mekaniği”ni (1925) ve Erwin Schrödinger "dalga mekaniği"ni (1926) ortaya koyarak kuantum kuramını güçlü bir zemine oturturlar. Bilim artık evrenin “canlı”olabileceğini düşünmeye başlar. Dalga ve parçacıkların sürekli yer değiştirmesinin sezilmesi, gerçekliğin değişkenliği fikrini de beraberinde getirir. “Tanrı vardır, yoksa bile”sözü bilimin bilinçaltına yazılmaya başlar. Zaman artık, kırılan, bükülen bir “yanılsama”dır. Kuantum kuramı günlük yaşamın içindedir. Niels Bohr, “Kopenhag Yorumu”diye bilinen görüşünde bilimin gerçek dünyayla ilgili söyleyebileceği fazla birşeyi olmadığını, tek yapabileceklerinin denklemler sonucu tahminlerde bulunmak olduğunu ifade eder. Hiçbir şey sabit değildir; her şey olasılıklar denizinde yüzer. Bohr ve Heisenberg gibi kuramcılar gerçeklikle ilgili herşeyin öyle kalmaya mahkûm olasılıklardan ibaret olduğuna inanırlar. Bu da kuantum mekaniğinin en önemli sorusunu beraberinde getirir; “Herhangi bir şey nasıl var olur?”

Kuantum Diyarı’nda kaybolan Alice’in peşine takıldığı tavşan, bir elektron, Cheshire kedisi ise Tanrı’nın müstehzi gülüşüdür belki… Fizik araştırmacısı ve mühendis William Arntz senaryosunu da yazıp yönettiği, “What the bleep do we know!? Down the Rabbit hole”(Ne Biliyoruz ki!? Tavşan Deliği) isimli belgesel filminde, bilim insanlarını ve izleyicileri Alice’in düştüğü “tavşan deliğine”davet eder; kuantum fiziği kuramlarından hareketle, kuantum dünyasını uzmanlara özetletir. Dünyayı algılayışımız günlük hayatımızı nasıl etkiliyor sorusuna kuantum fiziği, nörobiyoloji, insan bilinci ve günlük hayat arasındaki bağlantılar inceleyerek cevap arar. Tavşan deliğinden aşağı düşenlerin dünyayı başka bir gözle gördükleri kuantum evreninin bir gerçeğidir.






paragrafta geçen belgeselin tamamını buradan izleyebilirsiniz





Madem ki, bilimi film kısmından anlatmaya başladık; bu bölümü bir fıkra ile kapamak en iyisi… Temel bir gün yanına üç arkadaşını alıp ava gider. Arkadaşları ilk defa ava çıktıklarından Temel’in rehberliğine dünden razıdırlar. Ormanda biraz ilerledikten sonra, karşılarına küçük bir delik çıkar; Temel, “Yatın yere, tavşan deliği!”der. Yere yatarlar; gerçekten kısa bir süre sonra delikten tavşan çıkar. Acemi avcılar tavşanı hemen vurur, yeniden yola koyulurlar. Bir süre sonra karşılarına büyük bir delik çıkar. Temel yine seslenir: ”Yatın yere, tilki deliği”. Yatarlar. Biraz sonra tilki çıkar, vururlar. Yola devam ederler. Bu defa daha büyük bir delikle karşılaşırlar. Temel, “Yatın yere, ayı ini”der. Yatıp beklerler. Ayı çıkınca vururlar. İyice havaya giren avcılar neş’e içinde ilerlerken birden kocaman bir deliğin önüne gelirler. Merakla Temel’e bakarlar. Temel,“Uşaklar bu ne deliğidir bilmiyorum, ama yatın yere, ne çıkarsa bahtımıza”der. Ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber vardır: “Dört avcı trenin altında kalarak can verdi.”
Kara delikler, solucan deliği, tavşan deliği… Bugün neredeyse her deliğin başında bir bilim adamı duruyor. Olasılık hesapları, ihtimaller, teoriler sonsuz… Hepsi bir deliğin içinden geçip “Harikalar Diyarı”na ulaşmayı ümit ediyor. Ne var ki, Cheshire Kedisi’nin her defasında boşlukta yankılanan kahkahası, bilim insanlarına gitmek istediği yer için henüz yeterince yürümediklerini hatırlatıyor.


[1] Richard Dawkins, Kör Saatçi, TÜBİTAK ,2004
[2] Gerard’t Hooft, Maddenin Son Yapıtaşları, TÜBİTAK Bilim Kitapları, 2003, 7.bs., s. 231.
[3] Kuantum mekaniğinin temel dalga denklemini yazan Erwin Schrödinger,1935'te ortaya koyduğu <ı>“Schrödinger’in Kedisi”adı ile anılan düşünce deneyi ile meşhurdur. Hava alınabilen bir kutuya kapatılan kedi, bir şişe zehirli gaz ve bir düzenekle başbaşadır. Kedi düzeneği bozarsa, şişe kırılır kedi ölür, kırmazsa bir saat sonra kutudan çıkarıldığında hala hayatta olacaktır. Bu durumda kedi ya ölüdür ya diri. Bu örnek kuantum fiziği ile özetlenir.


umarım sizin ilginizi de benim ilgimi çektiği kadar çeker.
şaş kalın,hayrette kalın ama bilme şaşırın.....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumlarınız için teşekkür ederim :)

Related Posts with Thumbnails