Cheshire kedisi,'Hangi yoldan gideceğim?'diye soran Alice'e 'Nereye gitmek istiyorsun?'diye soru ile cevap verir.Alice, ' Bilmiyorum' der ve kedi 'Öyleyse, hangi yoldan gideceğin de fark etmez.'diye cevap verir...
Dead I am the one, Exterminating son Slipping through the trees, strangling the breeze Dead I am the sky, watching angels cry As they slowly turn, conquering the worm
Dig through the ditches, Burn through the witches I slam in the back of my Dragula
Dig through the ditches, Burn through the witches I slam in the back of my Dragula
yavuz bahadıroğlu’nun kalemşnden bir “yavuz” hikayesi.
Kimdir bu yavuz, tahtı babasının elinden nasıl aldı,şah
İsmail ile olan çakişmesi ne idi.çaldıran savaşının gerçekleri.bir Türkmen
kızının yavuz’a olan aşkı.yavuz’un bu aşka verdiği naif karşılık.
Tüm bu soruların cevap bulduğu bu hoş tarih kitabını herkese
öneririm.ama küçük bir eleştiri yapmadan da duramayacağım.tarihimize karşı çok
kör,sağır ve dilsiz olduğumuz kadar çok da tarafgiriz.atamız,ceddimiz de olsa
bence objektif değerlendirmelere tabi tutmamız gerekir hem türk tarihini,hem
Osmanlı tarihini ve de hem yakın türk tarihini.acizane fikrim böyledir…..
Keyifli okumalar…
... Cesarete aşık olan yeniçeriler bu cesaret gösterisinden sonra, Padişah'ı takip etmeye başladılar. Nihayet ordular Çaldıran Meydanı'nda karşılaştı. Kanlı bir savaş sonucu Yavuz Padişah, Çaldıran Zaferi'ni (23 Ağustos 1514) kazandı. Bu zafer sadece Anadolu'yu değil, İstanbul'u da kurtarmıştır. Daha da önemlisi hilafetin yollarını Osmanlı'ya açmıştır.
Yavuz'un amacı, kendi sözlerinde şöyle ifadesini bulmaktadır: "Ben bu saltanatı, ümmete hizmet içün pederumun elinden aldum ve ıslah-ı alem (İnsanların ıslahı ile mutluluğu) uğruna birader ve biraderzadelerimi (Kardeşlerimi ve çocuklarını) feda eyledum...
Ben uykularımı, rahat ve huzurlu terk ile din-i mübinin te'ydine uğraşıyorum. Eğer İslam'ı ihya etmek (geliştirmek hayata geçirmek, yaşamak ve yaşatmak) maksudumuz (isteğimiz, niyetiniz) değilse, benum de nefs-ül emirde saltanata kat'a hevesum yoktur." (Eğer bu yoldan hedefe gidemeyeceksem, sizin de böyle bir amacınız bulunmuyorsa, padişahlıkta gözüm yoktur.) ...
İslamın adil,insan fıtratına uygun,kur’an merkezli ekonomisi
nedir?
İşte bu kitap tamda bu soruya cevap niteliğinde.bulursanız
alın okuyun derim
.
Alıntı:
İnsanın zalim oluşu:ekonomik alanda,dağılımı dengesiz ve
adaletsiz yapmasındandır.
İnsanın nankör oluşu:Allah’ın verdiği tarihi kaynakları
işlemede ve kullanmada ihmalkar olmasıdır.
İnsanın kanaatsiz oluşu:Allah’ın verdiği nimetlere
karşı,büyük bir hırsla sahip olma hissitaşıması ve çok açgözlü olmasıdır.
İnsanın israfçı oluşu:kazandığını anormal derecede harcaması
ve bereketin gitmesine sebep olmasıdır.
Keyifli okumalar…
arka kapak:
İslâmiyet denince akla İlâhi bir nizam gelir. İslâm Nizamı, insan hayatının ve kâinatın bütün unsurları ile ilgilidir. İslâm tek başına bir nizamdır. İktisadi veçhesi de bir bölümünü teşkil ettiği gibi temel esaslara bütünüyle bağlıdır.
İslâm'da vahdet (birlik) prensibi vardır. Öteki dünya ile bu dünya arasında bir denge mevcuttur. İslâm ekonomisinde, meşruiyet içinde bir kâr elde etmek esastır. Üretim ve tüketim ilişkilerinde ölçülü hareket edilir. Yapılan işlerin Allah'ın emirlerine uygun olması şarttır. İslâm toplumunda devlet, bir baba şefkatiyle fertlerin meselelerine çare arar. Fertler de, devlete var güçleri ile destek olur. Hal böyle olunca da gerçek bir refah toplumu oluşur. Ekonomik refahın yaygınlık kazanması için iş alanlarının çok olması ve ihtiyaç maddelerinin bol olması gerekir.
İslâm ekonomisi, vahye dayalı prensiplerle işlediğinden tamamen adildir. Dolayısıyla insan tabiatına uygundur. Uygulandığı zaman hem dünya hem de ahiret için refah, huzur ve saadet getirir.
Bir okudum bitti postunda daha sizlerle birlikteyim ve
boğazıma kadar da felsefeye batmış olabilirim. J
ama bir ilahiyatçı olarak hadis,tefsir,hukuk okumayı da çok seviyorum.hali
hazırda bir öğretmen adayı olarak (ki inş bu dönem de atanırım) eksik olduğum
ya da biraz da olsa bildiğimi düşündüğüm her konuda kendimi geliştirmeye
çalışıyorum.sadece bu aralar felsefeye biraz fazla teveccüh ettim.
Yazıma önce, kitabı
okurken küçük bir sahtekarlık yaptığımı itiraf ederek başlamalıyım..kitabın ilk
bölümü ali suavi’nin ulum dergisinde ki felsefi yazılarından oluşuyordu ki
Osmanlıca,farsça ve Arapçası yüzünden çok zorlandığım için bu bölümü atladım.
:/ risale okuyan biri için bunu yaptığımdan dolayı utanç duyuyorum ama hem felsefi
yazılar olması hem de ağır dili yüzünden bunu yapmak zorunda kaldım.ikisini
aynı anda benim bünyem kaldırmadı. J
kitabın geri kalan kısmı hocam tarafından bu yazıların değerlendirmesinden
oluşuyordu ki,bu kitapta yer alan bütün o yazıları okumuş kadar oldum.
Önce ali suavi’den bahsetmek gerekir ki,kendisi fevri ve
aceleci kişiliğiyle tanınan bir zatmış.önce 2.abdulhamit yanlısı yazıları ile
halifenin güvenini kazanmış,daha sonra saraya yaptığı Çırağan sarayı baskınında
başına sopa vurulması süretiyle hayata gözlerini kapamış bir kişilik.kpss’ye
hazırlananlar Çırağan sarayı baskınını çok iyi hatırlayacaklardır.hem bu
talihsiz baskın,hem de böylesi bir düşünürün
hayatının bu şekilde sonlanması bence acı olmuş.zira kitabı okuyunca ali
suavi’ye felsefi çalışmaları hasebiyle
saygı duymadan edemiyorsunuz.
Kitabı okumak tüm felsefe tarihini ve İslam felsefe tarihini
gözden geçirmek gibiydi.karışık şekilde okuduğum tüm o kitaplar ve öğrendiğim
dersler sanki sıraya girmiş ve marş marş emriyle kafamdaki kütüphanemde tam da
olması gereken yerlerine hareket etmiştii.ali suavi’nin tehafüt’leri
değerlendirmesi (hem gazali’ye ait olan hem ibn rüşt’te ait olan hem de
gazali’yi hedef alan diğer İslam tehafütleri ve batı gözüyle gazali
yorumları),ibn sina’ya,ibn tufeyl’e ait olan hay b. Yakzan romanlarının
değerlendirmesi,isalm düşün tarihindeki hay b. Yakzan babından diğer kitaplara
değinmesi,batı felsefe tarihi için varmış olduğu tespitleri okunmaya değer
bilgilerdi.osmanlı topraklarında doğmuş,felsefeye,araştırma ve değerlendirmelerle
ciddi katkılarda bulunmuş bu türk düşünürü felsefeyi seven her kesin okuması
daha da doğrusu bilmesi gerekir. Çırağan sarayı baskınında ölen ali suavi’nin
bir kpss kahramanı olmaktan çıkıp,İslam düşünce tarihi için yapmış olduğu bu
çalışmalarla anılması ve bilinmesi gerekir.ilahiyattan mezun olup ya da hali
hazırda okuyan pek çok kişinin bu adı bilmiyor olduklarını düşünürsek, ki etrafımda onlardan çok var, en
azından kpss’ye ciddi şekilde hazırlananlar bu ismi bir tarihi kişilik olarak
duydukları için belki takdire şayan bile sayılabilirler.
Hocamın kaleme aldığı bu eser; Ali suavi’nin evropa’da
(Londra ve Paris) çıkarmış olduğu ulum gazetesindeki felsefi araştırma ve
tespitlerinden oluşan yazılarının ele alındığı, ali suavi’nin düşünür kimliğinin
anlaşılması ,batı ve doğu felsefesi
hakkında ki araştırmalarının neticeleri ve kendi felsefi düşüncelerinin
yorumlanabilmesi açısından oldukça faydalı ve doyurcu bir kitaptı. Gazali’ye
olan objektif bakış açısı ve değerlendirmeleri,batı dünyasının gazali’ye olan
haksız tutumu ve ayrıca yine batı dünyasını n Osmanlı ve türk düşüncesine olan
yanlı tavrının irdelenmesi açısından da oldukça faydalı ve aydınlatıcısıydı.
İtiraf etmem gerekirse eğer bu kitabı hocam yazmış olmasaydı
amaan bana ne be ali suavi’den der beklide bu kitap nazarı dikkatimi hiç celp
bile etmezdi.ama şimdi bu kitabı hocam kaleme alım olduğu için şükrediyorum
ki,ben,ali suavi adında felsefi düşünce için gerçekten gayret sarf etmiş bir
türk düşünürüyle tanıştım.
Felsefi araştırma sonuçlarından oluşan ve oldukça
aydınlatıcı olan bu kitabı tüm kitap severlere büyük bir rahatlık içinde
tavsiye ederim.felsefeye ilginiz olmasa bile omsalı topraklarında yetişmiş
böylesi taktire şayan düşünürlerin varlığından haberdar olamk için bile okunur.
Key,fli okumalar dilerim….
Anadolu'da Küçük Hoca olarak da şöhret bulmuş olan Ali Suavi,Osmanlı'nın gerek siyasi,gerek askeri,gerek sosyal ve gerekse fikri açıdanen çalkantılı olduğu bir dönemde yaşamış bir şahsiyettir.İçinde yaşadığı toplumun sorunlarını kendisine dert edinip bu sorunlara çare arayan Ali Suavi,bu yüzden ülkeyi yönetenlerin sorunları çözmede yetersiz kaldıklarına inandığı için Namık Kemal ve Şinasi gibi dönemim meşhur şair ve yazarlarıyla birlikte Avrupa'ya kaçmış ve mücadelesini orada sürdürmüştür.Hayatı incelendiği zaman görülecektir ki Ali Suavi,iyi niyetli ancak aceleci ve bu özelliğinden dolayı da ileriyi tam olarak göremeden harekete geçen,eleştirilerinde pek ölçü tanımayan sivri dilli bir düşünce ve eylem adamıdır.
Elinizdeki bu çalışmada,Ali Suavi'nin Londra ve Paris'te çıkardığı Ulum Gazetesindeki felsefi yazılarından hareketle,onun Türk-İslam düşüncesi içerisindeki yeri ve bu düşünceye katkıları ele alınmaktadır.
On beş gündür ilahiyatta derslere giriyorum.elazığ’a
formasyon için geldiğimi,blogu takip edenler bilir..hafta sonu formasyon
derslerim var ve hiçbir zorunluluğumun olmadığı halde ben ilahiyata derslere
giriyorum.yine blogu takip edenler bilir ki İslam felsefesinde yüksek lisans
yapmayı çok istiyorum ve bende kendimi geliştirmek maksadıyla hafta içi
ilahiyattayım.yani bu kadar lakırtıyı niye ettim bilmem J ben okudum bitti postu
yazacaktım.aslında şunu demek için olaya bir giriş yapmaya çalışıyordum;girdiğim
derslerin arasında mantık dersi de var ve hocanın anlattığı bazı şeyler
okuduğum kitap sonrası kafamı karıştırdı. :/ bende kendi kendime dedim ki;ya
kitabı okudum anlamadım ya kitabı okudum yanlış anladım ya da kitabı okudum ama
anladığımı anlamadım… JAlın
size ales mantık sorusu .artık gelelim kitap postuna..
Molla sadra’nın felsefi düşüncelerine yar verilen kitaptan
ben çok büyük bir keyif aldım.varlığın
mahiyet ile olan ilişkisi en çok dikkatimi çeken konulardan biriydi.güneşi
aydınlatıcılığından ayıra bilir misiniz ? ama güneş aydınlıktan ibaret
değildir.peki güneşin mahiyeti nedir ? ateşten oluşmak ve ışık saçmak üzerine
hiç düşündünüz mü ? ben bu konuyu okuduktan sonra düşündüm.mesela; d,iyelim ki
bir sandalyeden bahsediyoruz.sandalye demir ve tahtadan oluşsun.ayrı ayrı demir
ve tahta için sandalye varlığı demeyiz.ancak bu iki madde birleşince sandalyeyi
oluşturur.peki sandalyenin mahiyeti demir ve tahtadan ibaret mi olmuş olur ?
ama en nihayetinde sandalyenin varlığını reddedemeyiz.bence demir ve tahta da
sandakyenin mahiyeti olur ama bu maddeler ayrı ayrı düşünüldüğünde sandalyenin
mahiyetinin oluşturmazla.belki böyle,belki de değil….aklımda deli sorular :)
Kitap molla sadra’nın misal alemi düşüncesinden de
bahsediyor.misal alemi yazım için buraya tık tık.
Zihinde ki hayallerden de ,metafizik ölümden de.yine de en
dikkatimi çeken konu varlık ve mahiyeti oldu.sanırım yaratılmış her aklı olan
varlığın bunun üzerinde düşünmesi gerekir.ben en sonunda böyle karar verdim. J
Molla sadra’nın pek çok konuda ki felsefik düşüncelerine yer
verilen bu kitaptan çok keyif aldım ve size de tavsiye ederim.bol bol
düşüneceğiniz,bazaen deli sorularla gerileceğiniz tatlı mı tatlı bir İslam
felsefesi kitabı.
Kitaptan :
Madde alemi ise eksklikler alemidir ve bu alemin varlıkları
zaman,mekan,cisin,doğal ve fiziki sınırlamalara sahiptir.
Molla sadra bir eşyanın beyaz renkli olması örneğini
veriyor.diyor ki;”sizin kağıda beyazdır”demeniz doğru ise beyazın kendisi beyaz
sıfatına sahip olmaya kağıttan daha layıktır (zira beyazın kendisidir).
Besitu hakikat her şeydir ve hiçbiri değildir….ya cümle sen
ne demeksin ?
Bir de töz içi hareket ne? İbni sina bunu reddetmiş ama
kitaba göre molla sadra bunu kanıtlmaş.ama mantık dersinde öğrendiklerim daha
başkaydı…..deli sorulara devam J
Bir günde cevapların olsun a kadın :P
Dur sen dur.:)
Ben bu felsefe işinin peşinin bırakmıycam.ama neyi nasıl
anladığım konusunda ciddi sorunlarım var.anladığım şeyler doğru mu,yanlışsa
nasıl düzelir.öründiklerimi doğu anlayıp doğru sonuçalara varıyor muyum? Eğer
varamıyorsam hacı benim sonum ne olacak ? :)
Neyse ya bi gidin başımdan.:)
Az felsefe okuyun da benim gibi dertlenin.:)
Hadi kalın sağlıcakla….
Molla Sadra, İslam felsefesinin iki farklı kutbunu -akıl ve irfan- bir araya getiren önemli flozoflarındandır. Batılıların yirminci yüzyılda keşfettiği bir değerdir. Klasik İslam felsefesine getirdiği kavramsal çerçeveyle yeni algılamalara açık okumalara kapı aralamıştır. Onyedinci yüzyıl, hem doğuda, hem batıda dünyanın kültürel formasyonunun yeniden tanımlandığı, Rönesans´ın en parlak nvelerini verdiği, altın dönemlerini yaşadığı bir dönemdir. Molla Sadra, hem İşrak hem de Meşşaiye ekolünden beslendiği gibi irfani tecrübelerden de yararlanır. Teoloji ve felsefeyi aynı zeminde birleştirerek Kur´an´dan, Sünnet´ten, Fıkıh´tan Kelam´a kadar İslam kaynaklarının meczedildiği bir felsefe sistemi kurar. Felsefesinin köklerinde İbn Arabi´nin İrfani bakış açısını derinden hissedebilirsiniz. Molla Sadra´nın Hikmeti Mütealiye diye kavramsallaştırılan felsefesi ve metodojisi hakkında çalışmasıyla Prof. Dr. Seyyid Muhammed Hamanei, son yıllarda İslam felsefesi çalışmalarının odağı haline gelen filozofu bütün yönleriyle bize tanıtıyor.
hocamın kaleminden ve bilgisinden bir güzel islam felsefesi çalışması daha..
Beyruni-ibn sina tertışması
İslam dünyası’nın iki büyük düşünürü beyruni ve ibn
sinia’nın felsfe,matematik,fizik gibi konularda karşılıklı mektulaşıp düşün
dünyasına yaptıkları bu büyük katkının kaleme alındığı bu kitapta daha önce hiç
aklınıza gelmeyen,belki de gelemeyecek olan pek çok konu hakkında soru cevap
şeklinde yazılmış olan bilgilerle adeta donanacaksınız.yani kimin aklına gelir
ki feleğin dışında boşluk var mıdır yok mudur,felek tam yerinde midir değil
midir,felek ağır mıdır yoksa hafif midir ? sorularını sormak.
Bu büyük düşünürler (tabiri caiz ise adamlar ) kafalarında
neleri bitirmişler ki bunları düşünüp kendisinden daha iyi bildiğini düşündüğü
bir bilene sorsunlar.ben kitabı okurken şöyle düşündüm;biz nelerin
peşindeyiz,bu adamlar nelerin peşinde J
ama bu sözümün üzerine hocamın da ( ki kendisi kitabın yazarı) dediği gibi ; bu
kadar da yeter J
,denecek kadar akala hayale gelmeyen şeyler üzerinde düşünüp yazsınlar.
Kitapta beyruni,ibn sina’ya toplam 28 tane soru
soruyor,ardından ibn sina’dan aldığı bazı cevaplara da itiraz ediyor.ben soruyu
anlayayım,sonra cevabı anlayayım diye çatır çatır uğraşıp çatlarken, ahanda tam
anlamış gibiyim deyip sevinme arefesinde şöyle bir rahatlama pozisyonuna
geçmeden önce, beyruni kalkıp aldığı cevaba ne olduğunu artık anlamaktan vaz
geçtiğim itirazlarda bulunuyor.
Ayrıca hocamın bunları araştırp tercümeleri bir araya
getirmesi,benim kafama takılan soruları bilahare cevaplaması ve beni kırmaması
da cabası.doğrusu bu soru cevaplarda ben kendimi beyruni gibi
hissederken,hocamı da ibn sina gibi düşündüm.demek ki düşünen,okuyan,araştıran
ve soran bir öğrenci oldu mu hangi çağda yaşanırsa yaşansın hocalar o öğrencisi
için bütün imkanlarını seferber edebiliyor.bir de eskiden mektuplaşarak soru
cevap yönetemiyle birbirlerini aydınlatan düşünürlerin olaması da ayrıca
etkileyiciydi.bugün bu İslam düşün geleneği sanırım ki (maalesef) yok.hem bu
İslam düşün geleneğinin hem de böyle büyük düşünürlerin yeniden İslam dünyasını
ışıklandırması duasıyla..
Beyruni’nin ibn sina’ya yönelttiği 28 sorunun içeriğinden
çok bahsetmeyeceğim zira hocam bunu bir kitapta anlatmış,ben bir blog postunda
bunun altından kalkamam.ama sorulardan,cevaplardan ve bu DÜŞÜŞNEN ADAMLARDAN
çok etkilendiğimi ve hayran kaldığımı söylemeliyim.
Felsefeye ki özellikle İslam felsefesine ilgisi olanların bu
tartışmanın içeriğinden (beyruni-ibn
sina tartışması) haberdar olamsı gerekiyor.ama şunu da belitmeliyim ki bu
kitabı anlamak için Aristo’yu bilmek gerektiği gibi fizik ve matematikte bilmek
gerekiyor.zira hocam bana özellikle fizik bahsi içeren konular üzerinde
duramamamı salık verdi.hocam,Aristo,fiziği metafizik bir şekilde açıklar dedi
ki,sen daha çok felsefe içerikli soruları oku…ben de öyle yaptım.işte böyle J
Daha ne söyleyebilim diye bayağı düşündüm ve şunu
söyleyebilirim;kitap benim karnımı bir hayli doyurdu J yani benim felsefeyi ne kadar
sevdiğimi beni tanıyanlar artık çok iyi
bildikleri için kitabı okurken ben bütün cüzlerimle doydum :P J)
Yalnız önemli bir noktaya değinmek istiyorum ki kitapta,hocam
birkaç kere zikretmiş;beyruni’nin yapmış olduğu itirazlar aristo’nun vardığı
sonuçlara değil muhakeme tarzını eleştirmiştir,şeklindeydi.
Keyifle okudum,sizde okuyun.Allah nasip ederde İslam
felsefesinden yüksek lisans yapabilirsem benim yazacağım kitaplarımı da okuyun.
J
yazdıklarım,yazacaklarımın teminatıdır :P diyor ve huzurdan
ayrılıyorum.barış,refah,mutluluk,sağlık dolu günler dilerim…
arka kapak:
Beyruni (Biruni) ve İbn Sina,Türk İslam düşünce tarihinde iki önemlii zirveyi oluşturmaktadır.Bunlardan Beyruni,bilimsel çalışmalarıyla yaşadığı çağa adını vermiş,İbn Sina ise felsefe ve tıpta dünyanın en önde gelen birkaç hekimi arasında yer alarak Şeyhu'r-Reis unvanını almayı hak etmiştir.
Bu iki şahsiyet arasında özellikle felsefe,bilim,astronomi ve matematikle ilgili bazı konularda soru-cevap çeklinde yapılan bir takım yazışmalar buşlunmaktadır.Bu yazışmlarda beyruni soran taraf ve İbn Sina ise sorunun muhatabı olarak yer almıştır.Tartışmanın yaşandığı ve kayda geçiirildiği tarih kesin olarak bilinmemektedir.Muhtemelen bu olay 1000 yılından sonra (1003 ya da 1009 yılı ) yapılan sözlü bir tartışma olup,daha sonra soru-cevap şeklinde yeniden ele alınarak,kayda geçirilmiştir.
Elinizdeki bu çalışma,her iki düşünür arasında tespit edlebilen soru ve cevapları okuyucuya iletmeyi hedeflemektedir.
kitabı anlamak için uğraştığım yoğun çabaların resmidir efem :))
Bîrûnî, Orta Asya'da tarihi bir bölge olan Harezm'de doğdu. Küçük yaşta babasını kaybetti. Harezmşahlar tarafından korundu,saraydamatematik ve astronomi eğitimi aldı. Buradaki hocaları İbn-i Irak ve Abdussamed bin Hakîm'dir. Bu dönemde daha 17 yaşındayken ilk kitabını yazdı. Harezmşah DevletiMe'mûnîler tarafından alınınca Bîrûnî de İran'a giderek bir süre burada yaşadı. Daha sonra iseZiyârîler tarafından korunmaya başlandı. El Âsâr'ul Bâkiye adlı kitabını Ziyârîlerin sarayında yazmıştır. İki yıl da burada çalıştıktan sonra memleketine geri döndü ve Ebu'l Vefâ ile gök bilimi üzerine çalışmaya başladı.
1017'de Gazneli Mahmut, Harezm Devleti'ni yıkınca Birûnî de Gazne şehrine gelerek burada Gazneliler'in himayesine girdi. Sarayda büyük itibar gördü ve Gazneli Mahmut'un Hindistan seferine katıldı. Burada Hint bilim adamlarının dikkatini çekti ve Hint ülkesi alınınca daNendene şehrine yerleşerek bilimsel çalışmalarına burada devam etti. Sanskritçeyi öğrenerek Hint toplumunun yaşamı ve kültürü üzerine çalıştı.
Buradan tekrar Gazni şehrine döndü ve yaşamının geri kalan kısmını bu şehirde tamamladı. Bu dönem Bîrûnî'nin en verimli zamanı sayılmaktadır. Uzun zamandır hazırladığı Tahdîdu Nihâyet'il Emâkin adlı eserini bu döneme denk gelen 1025 yılında yayınladı. Astronomi üzerine yazdığı Kanûn-i Mes'ûdî adlı eserini Gazneli Mahmud'un oğlu Sultan Mesud'a ithaf etmiştir. Birûni 13 Aralık 1048 yılında vefat etmiştir.
Çalışmaları:
Çok yönlü bir bilim adamı olan El-Birûnî, ilk öğrenimini Yunan bir bilginden aldı. Tanınmış ve seçkin bir aileden gelen Harezmli matematikçi ve gökbilimci Ebu Nasr Mansurtarafından kollanan El-Birûnî, ilk çalışmalarını bu alimin yanında yaptı. İlk eseri, "Asar-ül Bakiye"dir.
El-Bîrûnî’nin eserlerinin sayısı yüz seksen civarındadır. Yetmiş adet astronomi ve yirmi adet de matematik kitabı bulunmaktadır. Tıp, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve yararlı otlar üzerinde bir dizin oluşturmuştur. Ancak bu eserlerden sadece yirmi yedisi günümüze kadar gelebilmiştir. Özellikle Bîrûnî'nin eserlerinin Ortaçağ'da Latince'ye çevrilmemiş olması, kitaplarının ağır bir dille yazılmış olmasının bir sonucudur. Ancak Bîrûnî kendisinin de dediği gibi, yapıtlarını sıradan insanlar için değil bilginler için yazmaktaydı.
El-Birûni'nin Ay'ın farklı durumlarını gösteren modellemesi.
Yine Harezmi "Zîci'nin Temelleri" adlı yapıtının 12. yüzyıldaAbraham ben Ezra tarafından İbranice'ye çevrildiği bilinmektedir. Batı'nın Birûni ilgisi ise 1870'lerde başladı. O günden bugüne Birûni eserlerinin bazılarının tamamı veya bir kısmı Almanca ve İngilizce'ye çevrildi.
Mektuplarından, Bîrûnî'nin Aristo'yu bildiği anlaşılır. İbn Sînâ gibi önemli bilginlerle beraber çalışan Bîrûnî, Hindistan'a birçok kez gitti. Bu nedenle Hindistan'ı konu alan bir kitap yazdı. Onun bu kitabı birkaç dile çevrildi. Birkaç dile çevirilen bu kitap çoğu bilgine örnek oldu. Birûni’nin bir tane de romanı vardır.
Matematik
Biruni tarafından Dünya'nın çapı ve çevresini ölçme için önerilen ve kullanılan diagram
Bîrûnî'nin matematikçi yönü, en çok bilinen yönüdür. Yaşadığı yüzyılın en büyük matematikçisi olan Bîrûnî, trigonometrikfonksiyonlardayarıçapın bir birim olarak kabul edilmesini öneren ilk kişi olupsinüs ve kosinüs gibi fonksiyonlara sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlarını ilave etmiştir. Bîrûnî’nin bu yönü Batı Dünyası tarafından ancak iki asır sonra keşfedilip kullanılabilmiştir.
Bîrûnî’nin trigonometriyi kullanarak bir dağın yüksekliğini ölçtüğü, sonra da yükseltisini bildiği bu noktadan ufuk alçalması açısının ölçülmesi yoluyla meridyen yayı uzunluğunu hesaplaması da geometri açısından önemli bir çalışmasıdır. Meridyen yayı uzunluğunun ilk kez Bîrûnî tarafından bu yöntemle bulunması yaygın bir kanıdır. Ancak Bîrûnî bu yöntemi başka bir bilginden aldığını belirtmiştir.[kaynak belirtilmeli]
Astronomi
Bîrûnî'nin astronomi alanında yaptığı çalışmaların başında Sultan Mesut'a 1010'da sunduğu "Mesudî fi'l Heyeti ve'n-Nücum" adlı yapıtı gelmektedir. Bu yapıt günümüze gelmiş olup bu konuda yaptığı çalışmalarının bir kısmı kayıptır. Kanun adlı eserinde Aristo ve Batlamyus'un görüşlerini tartışma konusu yaparak Dünya'nın kendi ekseninde dönüyor olma olasılığı üzerinde durması bilim tarihi açısından önemlidir. Ancak bu konuda kesin bir sonuca varamadığı varsayılan Bîrûnî'nin günümüze değin bu konuda bir eseri ulaşmamıştır.
"Nihâyâtü'l-Emâkin" (Türkçe: Mekânların Sonları) adlı yapıtı, coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye kadar bir dizi konudaki yazılarını içerir. Sultan Mesut'a sunduğu "el-Kanunü'l-Mesudi", Bîrûnî’nin astronomi alanındaki en önemli yapıtıdır. Bilim tarihçilerine göre o, Kopernik'le başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır.
Ayrıca gerilim düzleminin gök apsisine göre eğikliğini de (enlem eğikliği) Kas, Gürgenç ve Gazne'de yaptığı çeşitli hesaplamalarla aslına çok uzak değerlerde bulmuştur. Ayrıca birçok elementli ve bileşikli hesaplayabilmiştir. Boylamın belirlenmesi gerilimininkine nazaran daha zor olduğundan Bîrûnî, iki nokta arasındaki boylam farkını enleme ve aradaki toplam uzaklığa dayanan bir formülle hesaplama yoluna gitmiş, ölçme ve gözlemlerinde hata payını en aza indirgemek için uğraşmıştır. Bunun yanında gözlem aletlerinin boyutunu büyütmek yerine onları çapraz çizgilere bölmeleyerek duyarlılığı arttıracağını keşfederek verniye ilkesinin temellerini atmıştır. Aşağıda ekliptik eğimin değerini bulan bazı bilim adamlarının ortaya attığı sayı değerleri bulunmaktadır:
Eserleri
Bîrûnî'nin onlarca yapıtı arasında en çok bilinenleri aşağıdaki gibidir:
Buhara yakınlarındaki Afşana köyünde (Özbekistan) Hicri 370 (M.S 980) yılında dünyaya gelmiş ve Hamedan şehrinde (İran) 427 Hicri (Miladi 1037) tarihinde vefat etmiştir. Tıp ve Felsefe alanına ağırlık verdiği değişik alanlarda 200 kitap yazmıştır. Batılılarca, Orta Çağ Modern Biliminin kurucusu ve hekimlerin önderi olarak bilinir ve "Büyük Üstad" ismi ile tanınır. Tıp alanında yedi asır boyunca temel kaynak eser olarak süre gelen El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap Avrupa üniversitelerinde 17. asrın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur.[1][2][3][4][5][6]Fars veya Türk[7][8]bilim insanıdır
İbn-i Sina, Kuşyar isimli bir hekimin yanında tıp eğitimi aldı. Değişik konular üzerine 240'ı günümüze gelen 450 kadar makale yazdı. Elimizdeki yazıların 150 tanesi felsefe 40 tanesi de tıp üzerinedir. Eserlerinin en ünlüleri felsefe ve fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabü'ş-Şifa (İyileşme Kitabı) ile El-Kanun fi't-Tıb'dır (Tıbbın Kanunu). Bu iki eser ortaçağ üniversitelerinde okutulmuştur. Hatta bu eser Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur.
Samanoğulları sarayı kâtiplerinden Abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbn-i Sina (Batı'da Avicenna adıyla tanınır), babasından, ünlü bilgin Natili'den ve İsmail Zahit'ten ders aldı. Geometri (özellikle Öklid geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahiv, tıp ve doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin el-İbane's[9] aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini iyileştirince (997) saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Cür-can'da Şirazlı Ebu Muhammed'ten destek gördü (Tıp Kanunu'nu Cürcan'da yazdı). Çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının ve Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir.
İbn-i Sina'ya göre metafiziğin temel konusu, "vücudu mutlak" olan Allah ile yüce varlıklardır. Vücut (var olan) üçe ayrılır: Olası varlık ya da ortaya çıkan ve sonra yok olan varlık; Olası ve zorunlu varlık (tümeller ve yasalar evreni, kendiliğinden var olabilen ve bir dış neden sayesinde gerekli olan varlık); özü gereği gerekli olan varlık (Allah). İbn-i Sina Allah'ı "Vacib-ül Vücud" yani 'varlığı zorunlu olan' olarak belirtir ve bu fikir ona hastır.
Ruhbilim
İbn-i Sina, ruhbilimin, metafizik ile fizik arasında bağlantı kuran ve bu iki bilimden de yararlanan bir bilgi alanı olduğunu savunmuş, ruhbilimini üç ana bölüme ayırmıştır: Akıl ruhbilimi; deneysel ruhbilim; tasavvuf ya da gizemci ruhbilim. İnsanların ruhlarının müzikle tedavi edilebileceğini öne sürmüş ve bu yöntemi geliştirmiştir.
Bu konudaki görüşleri Aristotales ve Farabi'den farklı olan İbn-i Sina'ya göre, akıl 5 çeşittir; bilmeleke (ya da 'olası akıl' açık-seçik ve zorunlu olanları bilebilir); he-yulâni akıl (bilmeyi ve anlamayı sağlar); kutsi akıl (aklın en yüksek aşamasıdır ve her insanda bulunmaz); muste-fat akıl (kendisinde bulunanı, kendisine verilen "makûllerin " suretlerini algılar); bilfiil akıl ("makûl"leri yani kazanılmış verileri kavrar). İbn-i Sina, akıl konusunda, Eflatun'un idealizmi ile Aristoteles'in deneyciliğini uzlaştırmaya, birleştirici bir akıl görüşü ortaya koymaya çalışmıştır.
Bilimlerin sınıflandırılması]
İbn-i Sina'ya göre bilimler madde ve biçim ilişkisi bakımından üçe ayrılır: El-ilm ül-esfel (Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler), maddesinden ayrılmamış biçimlerin bilimidir[kaynak belirtilmeli]; mabad-üt-tabia (metafizik), el-ilm'üll-âli (mantık ya da yüksek bilimler) maddesinden ayrılan biçimlerin bilimleridir;el-ilm ül-evsat (matematik ya da orta bilimler) ancak insanın zihninde maddesinden ayrılabilen, bazen maddesiyle birlikte, bazen ayrı olan biçimlerin bilimidir.[kaynak belirtilmeli]
Kendisinden sonraki Doğu ve Batı filozoflarının çoğunu etkileyen İbn-i Sina, müzikle de ilgilenmiştir. 250'yi aşkın yapıtının başlıcası olan Şifa ve Kanun, felsefenin temel yapıtı sayılarak, uzun yıllar boyunca pek çok üniversitede okutulmuştur.
Eserleri
El-Kanun fi't-Tıb, (ö.s), 1593, "Tıpta Kanun"(Tıp ile ilgili zamanının bilgilerini ihtiva eder. Orta çağda dört yüz yıl Batı'da ders kitabı olarak okutulmuştur. Latinceye on çevirisi yapılmıştır.)
İşarat ve'l-Tembihat, (ö.s), 1892, ("Mantık, Fizik ve Metafizik bölümlerini içerir. 20 bölümden oluşur.)
Kitabü'ş-Şifa, (ö.s), 1927, ("Mantık, Matematik, Fizik ve Metafizik konularında yazılmış on bir cilt hacimli bir eserdir. Birçok kere Latinceye çevrilmiş ve ders kitabı olarak okutulmuştur."). Mantık bölümü, Giriş, Kategoriler, Yorum Üzerine, Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikler, Sofistik Deliller, Retorik ve Poetika kitaplarından oluşur. Tabiat Bilimleri bölümü, Fizik, Gökyüzü ve Âlem, Oluş ve Bozuluş, Etkiler ve Edilgiler, Mineroloji ve Meteoroloji, Psikolıji, Botanik ve Biyoloji kitaplarından oluşur. Matematik Bilimleri bölümü, Geometri, Aritmetik, Musiki ve Astronomi kitaplarından oluşur. Yirmi ikinci ve son kitap ise Metafizik'tir.
trt avaz belgesel
ibn sina
bir kez daha,bir kez daha hocamdan çok güzel bir kitaptı.hatırını kırmayın ve felsefeye/islam felsefesine merakınız varsa muhakkak alın okuyun...